• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/groups/vaazdokumanlari/
  • https://api.whatsapp.com/send?phone=+905321561576
  • https://www.twitter.com/@vaazsitesi
Üyelik Girişi
Vaaz Kategorileri
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam198
Toplam Ziyaret5159304
Site Haritası
Takvim
Vaaz Dokumanları
Ahmet Emin Seyhan
ahmeteminseyhan@gmail.com
Hz. Peygamber’in Sünnet’i Deyince Anlaşılması Gereken Nedir?
11/12/2014

Hz. Peygamber’in Sünnet’i Deyince Anlaşılması Gereken Nedir?

Sünnet; Hz. Peygamber’in yaşayış tarzı ve onun sürekli olarak yaptığı davranışlardır. Nitekim kelime sözlükte “yol” ve “gidişat” anlamlarına gelmektedir. Yani Sünnet; “ara sıra ve gelişigüzel yapılan şeyleri değil, âdet niteliğinde devamlı ve sürekli, aynı zamanda bilinçli davranışları” ifade eder.

Bununla birlikte her İslâmî disiplin kendi açısından bir Sünnet tanımı yapmış ve bunu yaparken de kendi döneminin şart ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmuştur. Hadisçilere göre Sünnet; “Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri”, Fıkıhçılara göre “Hz. Peygamber’in farz ve vacip dışında yaptığı şeyler”, Usûlü fıkıhçılara göre “Hz. Peygamber’in Kur’an dışında getirdiği hükümler” Kelâmcılara göre ise, “bid’atin karşıtı olan şeyler”dir.

Oysa Hz. Peygamber’in Sünnet’i bu tanımlamalara sığmayacak kadar çok önemli bir kavramdır ve hayatın her alanını kuşatmaktadır. Çünkü Sünnet doğru tanımlanamadığı takdirde müminlerin Hz. Peygamber’i doğru anlaması ve onu örnek alması imkânsız hâle gelmektedir. Bu itibarla, çağın değişen şart ve ihtiyaçlarına göre Sünnet’i yeniden tanımlamak ve yorumlamak kaçınılmaz görünmektedir.

Dolayısıyla Sünnet’i “Hz. Peygamber’in örnekliğinden ilham alınarak çizilen yol ve belirlenen rota” şeklinde ifade etmek de mümkündür.

Sünnet; Hz. Peygamber’in her yaptığı değil, “Peygamber sıfatıyla yaptığı” ve müminlerden de yapılmasını istediği fiillerdir. Bu nedenle onun yaptığı her şeyi veya söylediği her sözü Sünnet olarak tanımlamak ciddi sıkıntılara yol açabilir. Daha anlaşılır olması için bazı örnekler vererek konuyu açıklamaya çalışalım.

Mesela halı veya kilim üzerinde çorapla namaz kılmak Sünnetken, ille de toprak zeminde ve ayakkabı ile namaz kılmayı savunmak Sünnet değildir.

Uçakla veya hızlı trenle hacca gitmek Sünnet’ken, ille de deve ile hacca gitmeyi savunmak ve insanlara bunu dayatmak Sünnet değildir.

Ezan okurken “sesi en uzağa ulaştırmak için” mikrofon ve hoparlör kullanmak Sünnet’ken, ille de mikrofonsuz ve çıplak sesle ezan okumayı önermek ya da minareye çıkarak ezan okumayı savunmak, ısrarla bunun Sünnet olduğunu söylemek doğru değildir.

Yemeğe besmele ile başlamak ve sağ el ile yemek yemek Sünnet’ken, kaşık kullanmadan ille de üç parmakla veya sadece elle yemek Sünnet değildir. Zira o tarz bir yemek yeme kültürü Hz. Peygamber’in döneminde içinde bulunduğu sosyal çevrenin bir âdetidir. Nitekim dünyada yemek yemek için üç türlü yöntemden söz edilmektedir. Doğrudan elleriyle yemek yiyenler insanlığın yüzde 40’ını oluşturmaktayken, çatal, kaşık ve bıçakla yemek yiyenler yüzde 30’unu ve çubuklarla yemek yiyenler ise diğer yüzde 30’nu oluşturmaktadır. Çubukların memleketi Çin’de “Kuai Zi” adı verilen bu iki ince çubuğu iyi kullanabilmek için zamana ve çabaya ihtiyaç vardır. Çinlilerin çubuk kullanmadaki ustalıkları yabancıların dikkatini çekmektedir. Bazı tıp uzmanları, çubukları kullanırken insan vücudunda 30’dan fazla eklemin ve 50’den fazla kasın harekete geçtiğini, çubuk kullanmanın parmakların çevikliğine ve beynin gelişmesine son derece faydalı olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla eğer son Peygamber Çin’den çıksaydı, bu tür bir Sünnet anlayışını savunanlara göre “çubukla yemek yemeyi Sünnet olarak dayatmak” gerekecekti. Oysa Hz. Peygamber’in örfen yaptığı bazı uygulamaları Sünnet olarak değerlendirmek isabetli olmasa gerektir.

Aynı şekilde kendi örf, adet ve geleneklerine göre hazırlanmış tesettüre uygun kıyafetler giymek Sünnetken, ille de her kadına “çarşaf veya ferace”, erkeğe de “sarık, şalvar ve cübbe” giymeyi dayatmak Sünnet değildir. Zira en son peygamber eğer Eskimoların arasından çıksaydı tüm Müslümanlara “Eskimoların kıyafetlerine benzer elbiseler giymeyi Sünnet’in bir gereği olarak dayatmak” gerekecekti. Dolayısıyla belli bir kıyafeti Sünnet olarak dayatmak yerine her coğrafyada yaşayan insanlara o bölgenin kendi örf, âdet ve geleneklerine göre, ancak “tesettüre uygun” kıyafetler giymeleri gerektiğini söylemek Sünnet’in ta kendisidir.

Yine fakirlere ve dilencilere sadaka vermekle yetinmeyi veya onlara maddî yardım sağlamayı Sünnet zannetmek doğru değilken, onları fakirlikten kurtaracak projeler gerçekleştirmek, balık tutmayı öğretmek, mesleki ehliyet kursları düzenlemek, girişimciliği özendirmek, yeni istihdam alanları oluşturmak, üretimi artırmak, kaliteye ve markaya yatırımlar yapmak ve tüm dünyaya bu malları ihraç edecek ortamlar oluşturmak Sünnet’tir. Yoksa hâlâ işi sadaka boyutunda bırakmak, palyatif tedbirlerle oyalanmak, böyle bir anlayışı savunmak, “Fakirsin fakir kal! İşçisin işçisin işçi kal” zihniyetini savunanların ekmeğine yağ sürmek olacaktır ki bu da Sünnet’i doğru anlamamak olarak değerlendirilebilir. Elbette sadaka vermek vardır ve ihtiyaç sahiplerine de verilmelidir. Ancak Sünnet olan; “balık vermek değil, balık tutmayı öğretmektir.” Bu aradaki ince farkı fark edemeyerek bizi sadaka vermeye karşı olan biri gibi tanıtmak/ göstermek ciddi kul hakkı ihlali olduğu gibi sefihlikten başkası da değildir. Çünkü Sünnet, eylemlerin şeklinden ziyade onlara hayat veren özü, ilkeyi ve ruhu yakalayıp bunu çağa taşımak ve “Hz. Peygamber gelseydi acaba o nasıl davranırdı” diyerek dönemin ihtiyaçlarına ve problemlerine yeni çözümler üretmektir/ sunmaktır. 

 Aynı şekilde ağız ve diş sağlığı Sünnet’ken ille de misvakla bunu yapmayı dayatmak Sünnet değildir. Elbette misvak kullanmak ilgili bir sürü sahih hadis söz konusudur ve misvağın pek çok faydası vardır. Dileyen misvak kullanmaya da devam edebilir. Ancak misvak kullanmaktaki amaç; “ağız ve dişlerin temiz” tutulmasıdır. O dönemin şartlarında bu temizlik misvak ile mümkünken, bugünün şartlarında “diş fırçası ve macun” ile olabilmektedir. Yani; periyodik olarak diş doktoruna gidip dişleri temizlettirmek, dişlerin sağlığını ve temizliğini muhafaza etmek Sünnet’in ta kendisidir. Bu itibarla, modern tıptaki gelişmeleri dikkate almaksızın İslam ile yeni tanışmış bir Batılı entelektüele Sünnet diyerek ille de misvak kullanmayı dayatmak Hz. Peygamber’in Sünnet’inin doğru anlaşılamadığının ve çağa taşınamayacağının bir delili olarak görülebilir. Kim bilebilir belki de iki asır sonra ağız ve diş sağlığı başka araçlarla temin edilebilecektir. Dolayısıyla Sünnet’in “amacının ve maksadının çok doğru belirlenmiş olması onun çağa taşınmasını” daha da kolay hale getirebilecektir. Aksi takdirde İslam’ı ve Hz. Peygamber’i insanlığa doğru bir şekilde tanıtmak mümkün olamayacaktır.

Diğer taraftan Hz. Peygamber’in herhangi bir konuyu dinî sıfatla yapmış olması o şeyin Sünnet olması için yeterli bir neden değildir. Çünkü Hz. Peygamber’in bu konuda “açık ve doğrudan bir talepte bulunması ve Müslümanlardan da bunu yapmalarını istemesi” gerekir. Mesela o, ezanın nasıl okunacağını, namazın nasıl kılınacağını, haccın nasıl yapılacağını göstermiş ve müminlerden de böyle yapmalarını istemiştir. Bu kesin talep, farziyet ifade ederken, isteğe bağlı bir talep söz konusu ise bu takdirde “müstehap veya nafile” olur. Dolayısıyla Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun da ifade ettiği üzere Sünnet; sadece farz ve vacip kategorisi dışında kalan nafileleri değil, “farz, vacip, mendup, müstehap, mekruh ve haram kategorilerini de içeren şemsiye bir kavram”dır. Bu nedenle Sünnet’in farz ve vacip dışındaki hükümlere indirgenmesi doğru değildir. Aksi takdirde Hz. Peygamber’in Sünnet’inin son derece önemsiz konulara indirgenmesi ve şekilde/ kabukta kalması söz konusu olacaktır ki bu da yanlıştır. Zira Hz. Peygamber’in Sahih Sünnet’inin “hem bireysel hem toplumsal hem de evrensel boyutu” vardır.

Nitekim Hz. Peygamber, Kur’an’ı insanlara iletmekle yetinmemiş, Medine’de İslam Site Devleti kurarak misyonuna/ Sünnet’ine “toplumsal bir boyut” da kazandırmıştır. O, Medine’de kurduğu İslam Site Devletinde adaletsizlik, eğitimsizlik, fakirlik, işsizlik vs. gibi konularla ilgilenmiş, hem bir peygamber hem de devlet başkanı olarak çok önemli icraatlara imza atmıştır.

Ayrıca Hz. Peygamber, tüm bunları yeterli görmemiş, evrensel ölçekte de düşünmüş ve İslam’ın diğer diyarlara da yayılması için mektuplar yazdırmış ve elçilerle birlikte bu mektupları o bölgelere göndermiştir. Hz. Peygamber böyle yaparak “temsil ettiği değerlerin tüm insanlığa kazandırılmasını ve uluslararası planda bu değerlerin bilinmesini ve egemen olmasını” istemiştir. Dolayısıyla onun bu uygulamalarına bakarak Sünnet’in “kişisel, toplumsal ve evrensel bir boyutu” olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Bu toplumsal ve küresel misyonu göz ardı ederek onun Sünnet’ini sadece bireysel alana hapsetmek ve “şeklen ona benzemeyi yeterli görmek” Hz. Peygamber’in hedeflerini doğru anlamamak olarak değerlendirilebilir.

Çünkü Sünnet; Kur’an ile iç içe ve uyum içindedir.

Sünnet; Kur’an’ın hayata açılımıdır.

Sünnet; Kur’an’ın bireysel, toplumsal ve evrensel hayata nasıl aktarılacağını gösteren bir modeldir.

İşte bu nedenledir ki Hz. Aişe, Hz. Peygamber’in ahlâkını “Kur’an ahlâkı” olarak tanımlamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’e “yaşayan Kur’an” denilmesinin anlamı budur.

Bu nedenle dünyadaki Müslümanlara düşen görev Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu’nun da ifade ettiği üzere Hz. Peygamber’in yaptığının “aynısını” değil, çağın ihtiyaçlarına göre “benzerini” yapmaktır.

Bugünün şartlarına göre onun temsil ettiği ilke ve hedefleri göz önüne alarak yeni bir yorumla ve yeni bir ruh ile “toplumsal, bölgesel ve küresel ölçekte zulüm, sömürü, açlık, kıtlık, baskı ve çevre sorunlarıyla” mücadele etmek ve bunlara yeni çözüm önerileri geliştirmektir. Bunu yaparken de Hz. Peygamber’in yapıp ettiklerini kurumsallaştırmak ve bunları en güzel metotla hayata geçirmektir. Zira Kur’an, Müslümanları; “Siz insanlar için (tarih sahnesine) çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz” (Âl-i İmrân, 3/110) şeklinde tanımlamakta ve onlara çok önemli görevler yüklemektedir. 

Hz. Peygamber, bu misyonun gereğini en güzel şekilde yerine getirmiş ve görevini tamamlayarak aramızdan ayrılmıştır. Ama onun Sünnet’i doğru bir şekilde anlaşılmayı ve tüm dünyaya tanıtılmayı beklemektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in Sünnet’inin toplumsal ve evrensel boyutu göz ardı edilerek bireyselliğe indirgendiği ve sadece onun gibi “iyi bir Müslüman olmakla özdeşleştirildiği” takdirde İslam dünyasının içine düştüğü sıkıntılardan/ buhranlardan kurtulabilmesi ve tüm mazlumların umudu olabilmesi mümkün olamayacaktır.

“Bireysel boyuta” ilaveten “toplumsal ve evrensel boyutu” ön plana çıkartmayan tüm müminler, “hayırlı ümmet olma vasfından uzaklaşma tehlikesiyle karşı karşıya” kalabileceklerdir. Zira toplumsal ve evrensel planda gerçekleştirilmeyi bekleyen Sünnet’leri göz ardı etmek ciddi vebaldir. Çünkü İslam, bireysel boyutta yaşanması gereken manevî bir tecrübe değildir. Müslüman kişisel kurtuluşuyla beraber insanlığın kurtuluşunu da hedeflemek ve bunun için canıyla ve malıyla mücadele vermek zorundadır.

Bu nedenle Müslümanlar, Hz. Peygamber’in Sünnet’ini tüm dünyaya örnek olacak bir model haline getirebilmek için “akla önem vermek, bu konuda çalışan uzman kimselerin plan ve projelerini desteklemek, koordineli hareket etmeyi öğrenmek” ve bu büyük ideali gerçekleştirebilmek için konumuna ve durumuna göre üzerine düşen vazifeyi yapmak zorundadır.

Bu itibarla, “Sünnet adına bilenen şeylerin yeniden sorgulanması, doğru bir Sünnet anlayışına sahip olmak için kafa zonklatılması” ve Kur’an’ın emir ve yasaklarının düşünce, inanç ve davranış olarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. Ancak bu takdirde Sünnet’in daha doğru anlaşılması söz konusu olabilecektir.

Sünnet’in değerlerinin nasıl ve hangi yolla genç nesillere aktarılacağı da çok önemli bir görev olarak ortada durmaktadır. Çağını tanımayan, sahaya inmeyen, fiilî bir mücadele vermeyen ve böyle bir hayali gönlünde taşımayan bir İslam âliminin insanlara etkili çözümler sunabilmesi ve Sünnet’i doğru anlayıp tanıtabilmesi neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle Müslümanlar, maddî ve manevî tüm imkânlarını rasyonel bir planlamayla devreye sokmalı ve Sünnet’i doğru tanıtma çabası içinde olanlara mutlaka destek vermelidir.

Çünkü Sünnet’i ihya etmek demek; Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı toplumun örf ve âdeti gereği kişisel olarak yaptığı bazı uygulamalarının detaylarını olduğu gibi alıp “tekrarlamak” değildir. Tam aksine Hz. Peygamber’in toplumsal ve evrensel model oluşturma anlamında insanlığa sunduğu kalıcı hayat prensiplerini ve hayatın her alanında uyguladığı Kur’an’ın ilkelerini çağın ihtiyaçlarını da dikkate alarak yeniden inşa ve ihya etmektir.

Müslümanlar 21. Yüzyılın şartlarında yaşadıklarının bilincinde olarak İslâmî değerlerden taviz vermeden, şahsiyet içerisinde, kavga ve şiddetten uzak durarak ürettiği fikir ve projelerle insanlığın sorunlarına çare olmaya çalışmalıdır. Böyle bir potansiyele sahip İslam dünyasının hâlâ bu imkânlarını harekete geçirememesi bir züldür. Kendilerini uyaranlara kulak vermek yerine kulak tıkaması veya onlara hakaretler yağdırması ise büyük bir hatadır.

Çünkü Yüce Allah, insanlara Müslümanlar aracılığıyla yol göstermeyi dilemektedir. Hz. Peygamber bu aracılığı üstlenmiş ve aldığı görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Onun vefatından sonra Kur’an’ı hayata taşıyacak olan onun ümmetidir. İslam ümmeti ise Hz. Peygamber’den devraldığı bu misyonu yerine getirip getiremediğini sorgulamak durumundadır. Kanaatimizce bu görev şu ana kadar ihmal edilmiştir ve tüm Müslümanlar bundan dolayı resmen sorumludur. Bahanelerin arkasına sığınan ve Sünnet’in ne olduğunu bile anlamamakta ısrar edenler kesinlikle vebal altında olduklarını bilmelidirler. Kendilerini uyaranları anlamaya çalışmak ve onlara teşekkür etmek yerine; “İslam düşmanı”, “Sünnet düşmanı”, “Hadis düşmanı” diye yaftalamak sefihlerin başvurduğu ve başvuracağı basit, ucuz, seviyesiz ve popülist söylemlerdir. Pekâlâ buradan soralım: Ya aklı başında olanlar neden bu uyarıları göz ardı etmekte, hakkı tutup ayağa kaldırmak yerine körü körüne yanlışlara alet olmaya ve bu sefihlerin peşinden gitmeye devam etmektedirler? (12.12.2014)

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN

Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

 



5483 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler - 28/12/2019
Beyin Göçü ve Yetenekli Gençler
Akademisyen ve Siyasetçi İlişkisi Üzerine - 28/12/2019
Akademisyen ve Siyasetçi İlişkisi Üzerine
“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır - 28/12/2019
“Vasatiyye Hareketi” Bir Tuzaktır
Secde Ne Anlama Gelmektedir? - 28/12/2019
Secde Ne Anlama Gelmektedir?
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark - 28/12/2019
“Baba” ile “Biyolojik Baba” Arasındaki Fark
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak! - 28/12/2019
Hamaseti Bırak Gerçeklere Bak!
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor? - 28/12/2019
Kur’ân Neyi Tasdik Ediyor?
Yetki Varsa Hesap da Vardır! - 28/12/2019
Yetki Varsa Hesap da Vardır!
Gelecek Nesiller Neden İslâm’dan Nefret Edecekler? - 28/12/2019
Gelecek Nesiller Neden İslâm’dan Nefret Edecekler?
 Devamı
Aydın Gökçe Bey'e Teşekkür
Sitemize Vaaz Ansiklopedisi olarak eklediğim bölüm Aydın Gökçe'nin Almanya'da görevli iken çeşitli kaynaklardan yaptığı vaazları alfabetik sıraya almasıyla oluşmuştur. Kendisine teşekkür ediyorum.
Bu vaazlar ayrıca Dosyalar bölümünde de yer almaktadır. Vehbi Akşit
Vaaz Ansiklopedisi
VAİZLER KÜTÜPHANESİ
Hadislerle İslam
İslam Ansiklopedisi
Kur'ani Site
Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.134832.2635
Euro34.937735.0777
Saat